Farklı olmanın cezası sabittir!

Oysa ne güzeldir hayattan bihaber öyle yaşayıp gitmek. Farkında değilsindir hiçbirşeyin... ne güzel!

Yatarsın, uyursun hiçbirşey düşünmeden... sananedir senden gerisi?

Yapabilseydim gözlerimi kapatmak isterdim gördüklerime, kulaklarımı tıkamak duyduklarıma... öyle yaşayıp giderdim bende duymadan, görmeden, bilmeden!

3 Şubat 2009 Salı

Heryerden çok uzakta...

"Yüce Dağ Başında Bir Arkadaşla"
Önceden de oldu yüce anlarım.
Bir kez geceleyin parkta yürürken,yağmur altında, güzün.
Bir kez çöl ortasında, yıldızlar altında,ekseni üzerinde
dönen yeryuvarına döndüğüm gün.
Kimileyın düşünürken,sadece düşünüp tartarken olan biteni.
Ama hep yalnız.
Kendi başıma.
Bu kez yalnız değildim.
Yüce dağ başında bir arkadaş vardı
yanımda.
Natalie.
Birşey yok "hiçbirşey" yok bundan üstün.
Ömrümce görmezsem de bir daha,
eh diyebilirim yine de,
Bir kez orada bulundum.
Dahası da var elbet,
ama bu konuda anlatmak istediklerimin hepsi bu kadar
sanırım.
"Dahası" dediğim, bundan sonra olup bitenler, olup duranlar...
Bilmem ki sizce nasıl? Bence çok anlamlı... güzelliği sadeliğinden. Galiba ne kadar yalınlaşırsa anlatım, o kadar anlamlı geliyor bana sözler. Gösterişsiz, olduğu gibi, süslemeden, doğasında... Dün gece okuduğum bir kitapta geçiyordu bu sözler... Kitabı anlatmayacağım uzun uzun... Zira merak eden varsa Ursula K. Le Guin' in Heryerden çok uzakta isimli kitabı. Çerez tadında bir kitaptı. Televizyon karşısında bile okunabilir olanlardan hani. Keyifliydi. Daha doğrusu beni anlattığını düşündüğüm bir kitaptı. Bundan dolayı keyifli gelmişte olabilir, bilmiyorum. Hani burç yorumlarını okumaya bayılırız ya... Onun gibi birşey. Bir arkadaşım verdi. Arkadaşım değil aslında iş arkadaşım. (Kendisi bir sohbet arasında böyle demişti mesai arkadaşları için, hepimiz için... pek doğru geldi açıkcası. Böyle düşünmeye başladığımdan beri hayatımı baya kolaylaştırdı bu söz. En azından çok sevdiğim işyerim için :) İlginç değil mi? Bir cümle hayatınıza neler katıyor? Bir cümle hayatı zehir edebiliyor. Neyse bu konuyu belki daha sonra...) Kendisinden kitap istemiştim. 3 tane getirmiş sağolsun. Kısacık bir kitaptı. Onun için ilk elime bunu aldım. Serviste birkaç sayfasını okudum. Anında uyandım tabi olaya. Kitabın kahramanı Owen... benim cümlelerimi çalmış. Benim ağzımdan konuşuyor. Alla alla dedim. Şaşırdım pek bir keyiflendim. Anladım ki bu kitap bilinçli olarak seçilmiş ve anladım ki ben uzaylı değilim.
Uzaylı olmak kötü birşey mi ki? demeyin. Kötü birşey... kişiye göre değişebilir belki. Bilmiyorum. Hepsi bir :) (alıntıdır Albert Camus-Yabancı)
Kendimle çok konuşmaya başladım. Sohbet etmek keyifli. Açıklamalara gerek yok. Ne demek istediğimi biliyorum. Yanlış anlaşılmak yok. Çoğu zaman insanlarla onlardan habersiz kafamda konuşuyorum, sohbet ediyorum. Baya keyifli muhabbetler. Ama sonra onlara söylemiyorum. Söyleseydim alacakları yüz ifadelerini hayal ediyorum. Çok komik... Bu beni korkutuyor. Ben yalnızlığı sevmiyorum. Ama tüm bunlar beni daha çok yalnızlığa itiyor. Kendimle kalıyorum. Kendi dünyamda yaşıyorum. Ya bu gitgide artarsa? Ya kimseyle tamamen hiçbirşey konuşmak istemezsem? Mevcut durumda da konuşmaktan çok hoşlandığımı söyleyemeyeceğim. Eskiden çok konuşurdum. Sürekli anlatırdım. Gitgide azalıyor kendimi ifade etme isteğim. Umursamıyorum. Aslında umursuyorum galiba. Umursadığım içn anlaşılmamaktan korktuğum için yada yanlış anlaşılacağımı düşündüğüm için konuşmuyorum. Bilmiyorum. Hepsi bir :)
Birde galiba olayları olduğundan daha karışık hale getirme ve düşünme gibi bir sorunum var. Bu noktada insanlarla bana net birşeyler söylesinler diye konuşmak istiyorum. Kafamdaki kelimeler yumağından bunalıyorum çünkü hiçbirisi cümle haline gelmiyor. Bazen başarabiliyorum. Öyle zamanlarda gün çok keyifli geçiyor. Belki anlattıklarım son derece komik ve önemsiz geliyor yada ne bileyim başka türlü. Benim için önemli. Bu da önemli sayabilmek için yeterli sanırım. Net olamamak... Olasılıklarla yaşıyorum galiba. Her düşüncenin sonrasında kafamda hep bir ya, hep bir aması var. Galiba kitaplara bunun için sarılıyorum. Okudukça, öğrendikçe aşacağımı sanıyorum. Çünkü daha çok pişmek lasım diyorum.
İşte kitapta böyle birini anlatıyordu. Kendini fazla önemseyen ama hiçbirzaman önemsediği önemi göstermeyen. Sonunda bunlarla başa çıkamayıp, herşeyden kaçan ama bunu da başaramayıp toplumca kabul edilmiş (kendince asla) düşüncelere uymaya çalışan birini. Kaçamıyor çünkü kaçtıkça düzene dahil edilmek üzere hep zorlanıyor. Sonunda birini buluyor. Yarattığı dünyada yaşamasını destekleyen. Ama o kişide bu dünyaya dahil olmak istiyor... söylemiyor ama içten içe istiyor. Sonunda ne mi oluyor? Hiçbirşey... Herkes kendi yoluna ayrılıyor. Kitap öylece bitiyor. Başı olan ama sonu olmayan bir öykü işte. Bir insan kısacası.
Evet birde bu konu var. Bir insanım sonuçta binlercesinden bir tanesi... Hani karıncalar demiştim ya... öyle. Böyle bakınca fazla materyalist görünüyor. Diğer türlüsünü düşününce fazla soyut... Yani insanları karıncalar gibi düşünemeyiz galiba... Çünkü düşünceleri var... varları var... var var var. Materyalizmin felsefi karşıtı olan bu anlayışa “idealizm” diyormuşuz. Bu da başka bir konu. İşte böyle olasılıklar ve çelişkiler. Özel miyim değilmiyorum bilmiyorum. Lütfen bu cümleyi özgüven vs. ile bağdaştırmayın, bambaşka birşey dediğim. (açıklamalar yoruyor beni) Farklımıyım değilmiyim? Yada farklıysam bunun tadınımı çıkarmak lazım yoksa bu gidiş gidiş değilmi? Yada çok fazla mı düşünüyorum, düşünmemek için daha fazla uğraş edinmek mi doğrusu olur? Peki düşünmek mi daha doğru düşünmemek mi? Peki tüm soru eklerini ayrı mı yazmak lazım birmi? Bundan 1 yıl öncesine kadar düşünme tembeli olmayalım diye propaganda yapıyordum. Acaba herkes sonucu önceden görüyorda bunun içinmi düşünmekten kaçıyor? Peki cesur olmak iyi birşeymi yada bu cesurca bir hareket mi? Bilmiyorum. Belki birgün bilirim. Bilirsem belki yazarım. Muhtemelen yazmam. Çünkü yazmak ihtiyaçtandır. Çözdüğümde benim için önemini yitirir ve unuturum.
Yine ne alakasız bir yazı oldu. Ne anlatacaktım, neler anlattım...
Bu arada söylemek istediğim birşey daha var. Hayatımda ya kaybedersem, ya giderse diye zaman zaman düşündüğüm biri var. Owen' ın dediği, Ömrümce görmezsem de bir daha, eh diyebilirim yine de,
bir kez orada bulundum. Yaşadım diyebilirim. Diyebilir miyim? İlk birkaç hafta için hiç sanmıyorum. Muhtemelen giderse salya sümük olayına derin bir giriş yapacaktırım ve tüm okuduklarım anlamını yitirecektir. Bu iyi birşey mi onuda bilmiyorum. Yani duygular... insana insan olduğunu hatırlatanlar... Duygusuz olanlar peki insanlıktan çıkmışmıdır? Bunuda bilmiyorum. Herşeyin karşıt düşüncesi var kafamda. Galiba 2 tane ben var. "Bir ben vardır bende benden içeri" :) İllede birgün gidecekse bile umarım bu karışıklığın içinde gitmez. Yani kader diye birşey varsa ve bu gerçekleşecekse... İnsan ne kadar bencil yaratık. Belkide bu karışıklıkta gitmesi herşeyi bir anda netleştirecek. Ama yinede değişmem. Varsın herşey karışık kalsında, o kalsın ;)
Owen bunu demiyordu. Gitsin diyordu....

2 yorum:

Adsız dedi ki...

öncelikle şunda anlaşalım, insanoğlu bencildir, sonuç olarak yaptığı her şey yine kendisi içindir.. tabi burdaki kendi kavramının biraz daha üzerine gitmek gerekebilir, tüm okuduklarım öğrendiklerim gördüklerim yaşadıklarım ve düşündüklerimden yola çıkarak insanın kendisi dediğim şey aslında soyu, ister biyolojik anlamda ele al çocuğunu torununu düşün, ister sosyolojik olarak ele al çevresindeki insanlar, aynı fikirleri paylaştıkları, aynı dünya görüşüne sahip oldukları olduğunu varsay, pek bir şey değişmiyor, yaklaşım farkı sadece. :)

Adsız dedi ki...

önizleme diyecekken yayınla demişim, hay allah... devam edeyim.

sanat eserleri ne kadar içine çekebilirse takipçisini o kadar başarılıdır zaten, sinema olsun kitap olsun müzik olsun. :) takip ettiğim çoğu şeyde kendimi bulduğum için takipte olduğumun farkındayım, bize bizi anlatan şeyleri takip etmemiz komik gibi görünse de aslında şimdi düşününce.

sen konudan konuya uçtuğundan ben de yorum yazarken konudan konuya uçuyorum, yok yeter, şimdik.