Farklı olmanın cezası sabittir!

Oysa ne güzeldir hayattan bihaber öyle yaşayıp gitmek. Farkında değilsindir hiçbirşeyin... ne güzel!

Yatarsın, uyursun hiçbirşey düşünmeden... sananedir senden gerisi?

Yapabilseydim gözlerimi kapatmak isterdim gördüklerime, kulaklarımı tıkamak duyduklarıma... öyle yaşayıp giderdim bende duymadan, görmeden, bilmeden!

30 Nisan 2009 Perşembe

Hatice' min Memleketi :)

Asya Çok güzel bir haftasonu geçirdim. Sevdiceğim yanımda, ailem yanımda, arkadaşlar yanımda, minik yanımda. Minik Hatice' nin bebeği, Hatice benim kızkardeşim, sağ tarafta gördüğünüz resimde miniğim :)

Edirne' yi gezdim, meşhur ciğerci Niyazi Usta' nın mekanında Edirne' nin meşhur ciğerini yedim, 10 yıllık bir birlikteliği evlilik ile devam ettiren
Erdem ile Nuray' ın düğününde oynadım, yeni evli çiftimizin ilk sabahlarında evlerine Pazar sabahı kahvaltısına konuk oldum. Kısacası dopdolu bir haftasonuydu.

Edirne çok güzel bir şehirmiş. Cumartesi sabahı kahvaltıdan sonra şöyle bir dolaşalım dedik. Vakit kısıtlıydı. Akşam düğüne gidilecek. Selimiye Cami' yi dışarıdan ve uzaktan görebildim sadece :( Edirne Kapalı Çarşı' yı gezdik önce. Oradan ciğer yemeye gittik. Bugüne kadar ciğeri ağzına sürmemiş biri olarak ben bile yedim. Ciğeri sevmediğim için bayılmadım ama yememde demedim. Ciğeri sevenlere tavsiye ederim, bayılacaklardır.

Meriç nehri kıyısıÇaylarımızı içmek için faytonla Meriç Nehri kıyısına gittik. Nehrin üstüne kurulmuş çay bahçeleri. Önümüzde ağaçların yeşiline boyanmış bir nehir, tertemiz hava. Tek gürültü arada duyulan roman müzikleri. İnsanlar gülüyor. Kimse telaşlı değil, sakin, mutlu, huzurlu. İstanbul' un kalabalığı ve stresinden sonra atmosferde ben büyüleniyorum tabi. Çocuklar gibi şen. Şehrin merkezinden kalkan trene benzer bir alete binip Yunanistan sınırına kadar gidip gezip dönebiliyorsun istersen. Biz yer bulamadığımız için binemedik. Bunun yerine yürüyüşün tadını çıkardık. İki tarafı ağaçlarla çevrili, arnavut kaldırımlarından oluşan bir yol. Yeşilliklerde atlar, koyun sürüleri otlanıyor. Son anda hava bozmasa daha da güzel olacaktı. Güneş bizi bir anda terkedince meşhur bir müze varmış hadi oraya gidelim dedik.

Sultan II.Beyazıd Külliyesi. Külliye' nin Türkçe karşılığı site demekmiş. Padişah II.Beyazıd tarafından kurulan bu külliyenin (sitenin) temel amacı Edirne'yi bir Darüşşifaya(Hastaneye) kavuşturmakmış. İrili ufaklı bir sürü kubbeden oluşuyor bu yapı. Mimarı Hayreddin' miş. Külliye tam 400yıl sağlık hizmeti vermiş, üstelik hizmetler parasızmış. Külliye tedavi verdiği nitelik açısından iki bölümden oluşuyor. Sitenin ana merkezi Darüşşifa olup; burada akıl ve ruh hastaları tedavi ediliyormuş. Evliya Çelebi seyehatnamesinde külliyeden "hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda ve def'i sevda olmak üzere" şeklinde bahsedermiş. Haftada üç gün hastalara ve delilere büyük kubbenin altında musiki faslı verilir, neva, rast, dügah, çargah ve suzinak makamlarını çalınırmış.Mevsim çiçeklerinin (gül, karanfil, sümbül, reyhan ve misk-i rum) koku ve renklerinde de tedavide kullanıldığı sunum odasında anlatıldı.


II.Beyazıd Külliyesi
Binanın her tarafından dinlenebilen bu konserler kadar; su sesi ve güzel kokulardan yararlanarak ruh hastalarının tedavisi yoluna gidilirmiş. Tıp tarihini anlatan ve dönemlere ait tıp aletlerinin sergilendiği bir odadan gezmeye başladık. İçeride insanın ruhunu temizleyen su ve ney sesini duymaya başlıyorsunuz. Maketlerle faaliyette bulunduğu dönemler anlatılmış. Bitkilerden ilaçlar yapılan bir eczacı odası var. Yani o dönemde bitkilerden yapılan ilaçlar, su ve ney sesi, güzel kokularla insanların ruhsal hastalıkları tedavi ediliyormuş. Şimdiki gibi dayamıyorlarmış uyuşturucu kimyasalları.
Diğer bölüm, Tıp Medresesi ise bedenen yaşanan rahatsızlıkların tedavi edildiği bölümmüş. Tıp Medresesi' nde öğrenci odaları, dershaneler, kitaplar, anatomi dersleri ve tedaviler yapılıyormuş. Hepsi yine maketlerle görsel olarak anlatılıyor. Velhasıl, gidiniz görünüz...

Müze' den sonra Edirne' nin içini gezerek çantaları alıp Keşan' a gitmek üzere yola çıktık. Şehrin mahalleleri ve tarihten birer parça adeta. Küçük köprüler, tarihi binalar ile süslü. Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı alanı da gördüm. Daha boş bir zamanda gidip bol bol gezeceğim.

1,5 saat yolculuktan sonra Keşan' daydık. Otele eşyaları bırakıp, iki dirhem bir çekirdek giyinip doğru düğün salonuna. Kapıda çok mutlu bir gelin ile damat karşıladı bizi. Enya' nın Only Time' ı ile salona geldiler. Tüyleri diken diken eden bir an. Sonra başlasın düğün. Davullar, zurnalar, fasıl ekibi, gitarlar, yan flüt... Anlayacağınız her telden çaldılar. İçki su gibi akıyor tabi bu arada. Belirtmeme gerek yok sanırım, Keşan' dayız :) Düğünün en güzel anlarından birisi de gelin ile damadın sahneye çıkıp damadımızın gitar çaldığı, gelinimizin ise şarkılar söylediği andı. Çok çok keyifli bir düğündü. Buradan da tekrar "Çok çok mutlu olun inşallah" demiş olayım.

Gökhan&EsraErtesi sabah yeni evli çiftimizin evinde keyifli bir Pazar kahvaltısı vardı. Yeni evlilere gidilir mi demeyin, biz gittik hiçbirşey olmadı. Gidilebiliyormuş. Çok ta keyifli oldu, düğün yorumları, dedikodular, onların evlerinde ki ilk gün heyecanları vs. Akşam hep birlikte İstanbul' a döndük. Onlar balayına biz evlerimize :( Herhalde böyle aktivitilerin en zor yanı ertesi gün işe dönmek oluyor.

Daha sık gitmek lazım biryerlere... Sevdiceğim sana duyurulur :)

What is the matter man?

Yazamadığım son günlerde binlerce konu birikti kafamda, paylaşmak istediğim...

İlki hani şu bu yazın modası "domuz gribi". Bu garip hastalıklarla hatırladığım kadarıyla ilk "deli dana" ile tanışmıştık. sonrası "kuş gribi", "kırım kongo virüsü", bu yaz ne çıkacak diye beklerken ben gecikmedi geldi "domuz gribi" Anneannem diyor ki, biz küçükken yoktu böyle hastalıklar. Sonra düşündüm benim çocukluğumda da kızamık, su çiçeği, kaba kulak falan vardı. Ben çocukluğum boyunca bu gruptan hiçbir hastalığı geçirmemişim, o zamanlar kuzenlerimin hepsi hiçbirisini geçirmeyen çocukların sonunda boğmaca olup boğularak öleceğini söylerdi. Ben de inanırdım :) Yıllarca boğularak öleceğim hatta bu senaryoyu boynumdan iki el çıkıp boğazımdan tutup beni boğacak ve böylece boğmaca olup öleceğim sanarak canlandırmıştım ben kafamda. Sonraları öğrendiğim ise, insanın mutlaka birgün bu hastalıkları geçireceği şeklinde birşeydi. Hala birşey olmadı. Bekliyorum :) Neyse, konu dağıldı. Merak ettiğim şu, nedir aslı bu hastalıkların? Neden hepsi hayvan türleriyle alakalı? Bir mesaj mı verilmek isteniyor yoksa daha mı ürkütücü oluyor? Eskiden var mıydı böyle hastalıklar dedim ama bugün öğrendimki varmış. 1. Dünya Savaşı sırasında İspanyol gribi bir diye bir hastalık varmış, o zamanlar köyler yok olmuş, Amerika' nın %28' i ölmüş, İngiltere dersen yine yaklaşık oranlarda etkilenmiş. Geçen sene kırım kongo virüsü yüzünden yeşillik hiçbir alana giremez, bütün yaz kapalı ayakkabılarla gezer olmuştuk. Bu sene ise görünen o ki, tüm yurtdışı gezileri iptal gelen turistlere domuz gibi bakacağız anlaşılan...

Dün akşam otobüste gelirken aklıma birşey geldi. Tuhaf birşey değil. Belki yazmaya bile değmez. Ama benim herkesin bildiğin şeyleri cümlelerle netleştirdikten sonra kafamda, yeni birşey keşfetmişcesine tuhaf bir sevincim oluyor. İnsanın her yeni günü yaşamışlıklarının getirdikleri ile yaşadığını düşündüm. Bugün yeni birgün, yeni bir olay oluyor. Fakat ben bu olayı yeni olarak değerlendirmiyor, daha önce yaşadığım benzer olayla bağdaştırıyor ve o şekilde algılayıp yorumluyorum. Böylece farklarını farkedemiyorum. Bu olayın bilimsel açıklamasını bir belgeselde, beyindeki nöronların benzer olaylar sonrası birbirini ateşlemesi sonucunda ortaya çıktığını anlatıyordu. Örnekle anlatmam gerekirse, 10 yıl önce ilk aşık olduğunuzu ve aldatıldığınızı varsayalım. Bu ilişki için beynimizde bir nöron aşk adında oluşuyor, aldatılınca aldatma adında bir nöron daha oluşuyor ve bu iki nöron arasında bir bağ oluyor. Yani biz tekrar aşkla karşılaştığımızda önce aşk isimli nöron devreye girerek daha önce bağı olan aldatma nöronunu ateşliyor. Böylece aşk başa gelince direk beraberinde beni aldatabilir duygusuyla ilişkiye yaklaşıyoruz. Bir bilimsel açıklama bu kadar kötü olabilir farkındayım. İşte bu durumu düzeltmek için beyni doğru programlamak gerekiyormuş ve zırt diye olmuyormuş. Sabırlı olup, yanlış bağları farkedip yoketmek gerekiyormuş vs.vs. İşin yoksa uğraş dur :) Benimle başım dertte :) Şaka bir tarafa yapabilene ne mutlu. Son günlerde, çok sinirli olduğumu farkeder oldum. Heyecansız, sinirli, ters, özensiz, gıcık bir insan. Hiç sevmedim bu halimi. Düzeltmek için birşeyler yapmak lazım. B vitaminleri alıyorum :) Bu halimden ötürü sevdiceğimi kaybedeceğim diye çok korkuyorum, onun da içindeki yaşama sevincini öldürüyorum bu da ayrı. Offf neler oluyor banaaa? Hormonlarım şaşırdı sanırsam. Ama dün gece karar verdimki hangileriyse o şaşıranlar bir an önce kendilerine gelecekler.


Bahar geldi ya ne bu saçmalıklar :)

Bahar gelince içi içine sığmaz insanın... Sabah farklı uyanır. Gün bir başkadır. Kelebekler, kuşlar, çiçekler, böcekler... Yaz geliyordur. Yeşil, mavi, tüm renkler cıvıl cıvıl telaşlı, heyecanlı günler. Daha neler neler ;)

Kırmızı Başlıklı Yazı



1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı
1 Mayıs' ta Taksim' deyiz.
İşçiyiz, haklıyız, kazanacağız vs.vs.

Avrupa ve Amerika'da 19. yüzyıl boyunca çok kötü çalışma koşulları içinde çalışan işçiler, yaşadıkları koşulları değiştirmek üzere bir çok grev ve direniş gerçekleştirdiler. Amerikan ekonomisinin 1860'lı yıllardan itibaren büyük sorunlar içine girmesiyle işverenler 1874 yılında dört eyalette birden ücretlerin düşürülmesine karar verdiler. İşçiler bu karara karşı direndi. 13 Ocak 1874 günü düzenledikleri kitlesel bir toplantı, polis tarafından bastırıldı. Pek çok işçi yaralandı ve tutuklandı.Kısa bir süre sonra Pensilvanya'da kömür işçileri de harekete geçti. Direniş kanlı bir biçimde kırıldı, 10 işçi lideri asıldı, 14'ü zindanlara atıldı. Bu arada Amerikan işçi sınıfının kanı pahasına sürdürdüğü direniş sürerken işverenlerin baskısı da yoğunlaşıyordu.1877 yılında bütün baskılara rağmen 8 saatlik işgünü isteyen ve ücretlerinin düşürülmesini protesto eden işçiler eylemlerini doruğa ulaştırdı. Bu eylemlerde demiryolu işçileri 12 ölü verdi. 1877 direnişi de kanlı biçimde sona erdi. Ama işçi sınıfı örgütlenmesini sürdürdü.1 Mayıs 1886 günü Amerikan işçileri genel greve çıktı. 80 bin işçi sekiz saatlik işgünü için direnişe geçti. 3 Mayıs'ta Chicago'da direnişçi işçilerin üzerine ateş açıldı. Yüzlerce işçi çoluk çocuk demeden vuruldu, bir çoğu hapse atıldı.Olayı protesto eden işçiler, ertesi gün yeniden alanlardaydı. Kalabalık dağılırken bir kışkırtıcının attığı bomba ortalığı karıştırdı. Bunun üzerine polisler gösterilere katılanlara karşı silah kullandı. Olaylar sonunda dört işçi önderi idam edildi.1888 Aralık'ında toplanan Amerikan İşçi Federasyonu 8 saatlik işgünü elde edilinceye kadar, her yıl 1 Mayıs'ta kitle gösterileri düzenleme kararı aldı. Aynı aylarda birbirinden habersiz olarak Fransız ve Belçika İşçi Sendikaları Konfederasyonları sekiz saatlik işgünü için mücadele kararı alıyordu.14-21 Temmuz 1889'da Paris kongresi ile kuruluşu gerçekleştirilen 2. Enternasyonal, 1 Mayıs'ı işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışma günü ilan etti.1890 yılından sonra 1 Mayıs'lar bütün ülkelerde uluslararası işçi bayramı olarak kutlanmaya başlandı.

Ülkemizde ilk 1 Mayıs kutlamalarına 1906 yılında yapıldı. 1 Mayıs son yıllara kadar hemen hemen her dönem "komünistlik"le eş anlamlı görüldü ve çoğunlukla yasaklandı veya olaylı geçti. 1925 yılında çıkarılan bir yasa ile 1 Mayıs Bahar bayramı olarak ilan edildi. İkinci dünya savaşı sonuna kadar ki yıllarda her 1 Mayıs'ta ülkede olaylar olacak gibi bir kaos yaratıldı ve işçiler üzerinde baskılar yoğunlaştırıldı. 1960'lı yıllarda işçi sınıfı çeşitli nedenlerle bölünmüş durumdaydı. 1967 yılında DİSK kuruldu. 1976 yılında DİSK'in öncülüğünde 1 Mayıs İstanbul Taksim meydanında yüzbinlerin katılımı ile kutlandı. Bu kutlamadan, İşçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma bilincinin ulaştığı boyutlardan rahatsız olan sermaye çevreleri 1 Mayıs 1977 yılı 1 Mayısında artık "1 Mayıs Alanı" olarak anılmaya başlayan Taksim Meydanın'da, yüzbinlerce işçinin katıldığı kutlamayı kana buladılar. İşçi sınıfı düşmanlarının saldırıları sonunda 37 şehit verildi. Bu katliama karşı işçi sınıfımız 1978 1 Mayıs'ın da yine 1 Mayıs Alanındaydı. Daha sonra, sıkıyönetim ve ağır baskılar altında 1 Mayıs çeşitli illerde yığınsal olarak kutlandı.

1 Mayıs' ın kısacası tarihçesi böyle. En kanlı bayram,(Kurban Bayramı esprisi yapılmasın lütfen!!!) üzülerek içim ezilerek söylüyorum. Bu bir bayram ama kimsenin aklında böyle yer etmemiş. 1 Mayıs denilince akla joblar, biber gazları geliyor. Oysa 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Bayramı, Bahar Bayramı.

Yarın barış içinde halaylarla kutlanan bir bayram olsun. Bayramımız kutlu olsun.

1 Mayıs Marşı

Günlerin bugün getirdiği baskı zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir bizde ve her yerde

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından
Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından
Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Vermeyin insana izin kanması ve susması için
Hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin
Bizlerin ellerindedir gelen ışıklı günler

1 Mayıs 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı

Ulusların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor
Halkların nasırlı yumruğu balyoz gibi patlıyor
Devrimin şanlı dalgası dünyamızı kaplıyor
Gün gelir gün gelir zorbalar kalmaz gider

Devrimin şanlı yolunda bir kağıt gibi erir gider

13 Nisan 2009 Pazartesi

Vazgeçildiniz.Tebrik ederiz.


Kadın milleti bekler. İster. Umar.Diler.Söyler.Erkekler kendi aralarında bu beşliye “dırdır” diyorlar.
Söylerler diye. İstediklerini, beklediklerini ifade ederler diye. Tabii ufak bir sorun var. İfade etmezler tek. İfade edip dururlar! Tekrar tekrar. Çünkü erkeklerin kulakları deliktir. Birinden girer diğerinden çıkar.
Sevgililer gününde bir tane kulak tıkacı hediye etmeli onlara. Tek, bir tane. :)
Yok ama, siz kadına karşı üç maymunu oynamayı seçiyorsunuz. Görmüyorum, duymuyorum, bilmiyorum. En güvenlisi. Hiiiçç bulaşmayayım daha iyi. Maymun başınıza iş açar da haberiniz olmaz biliyor musunuz?Bu suskunluk hiç hayra alamet değildir ilişkilerde. Karşı suskunluk olarak yansır size ki işte buna kabullenmek diyoruz. Ama neyi? Onlar size dırdır ederken siz aslında artı hanedesiniz. Dıştan dışa dertlerini derken, içlerini dökerken hâlâ “muhatapsınız” ki bu iyi bir şey. Size dönük biri var karşınızda. Bu, bu demek.
Hepiniz çizdiğim robot resme uymuyorsunuz elbet. Bazılarınızın elleri yok.
Üç maymuncu değilsiniz. Duymuşsunuzdur, görmüşsünüzdür, bilmişsinizdir, yetmemiş anlamışsınızdır. Hem onu hem de kendinizi paylaşmışsınızdır. Kaybetmeden kazanmışsınızdır size dönük yüzü.
Sizi kutluyor “alkış!” diyoruz. Kesmiyor, yıldızlı pekiyi veriyoruz.Amma ve lâkin bazen “ihtiyaç sahibi” sizi olduğunuz gibi kabul etmiş olur hani. Her şeyinizle hâlâ aynı olmanıza rağmen. Öbek öbek duygusal boşluklara rağmen, artık söylese de duymamanıza rağmen kabullenmiştir ya hani.
Ama bu kabullenişin sonucu nedir acep?Hiç buna mesai harcamışlığınız var mı?Aranızdaki mesafeden görebiliyor musunuz onu? Seçebiliyor musunuz yüzünü? Size artık anlatmıyor. Sizden hiç bir şey beklemiyor, istemiyor. Farkında mısınız?
Umurunuz da mı?Öyle bir duvar örmüşsünüz ki önünüze, üstünde koca harflerle “yaklaşma çarparsın” yazıyor!
E o da yaklaşmıyor zaten, deli mi?Ee ne oldu?
İkinizde de bir huzur bir huzur. Ne soran var, ne isteyen, ne bekleyen..Oh..Bu sizin rahatlığınız, sizin tarafınızdan görülenler. Kadın artık paylaşamadıkları, anlatamadıkları, içinde patlattığı öfkeleri, kırıla kırıla kırılacak yeri kalmamış haliyle karşınızda duruyor.
Sessiz. Sakin. Kabullenmiş.
Önceden neydi o öyle, hem kendisiyle didişiyor, hem sizinle.. Aaa... Sus şöyle işte..
Ne huzurluyuz. Ne sorunsuzuz. Hiç kavga etmiyoruz artık aman da ne güzel. Hı hı. Çok güzel.Sizin o güzel diye gördüğünüz huzur aslında ne biliyor musunuz? Hiçlik.Yokluk.İçi boş bir huzur. İçi boş bir sukunet. Boş. Tükenmiş. Aşınmış. Duygularından sıyrılmış. Ruhen kilometrelerce uzakta. Ama figür olarak orada. Olmak zorunda olduğu kadar. O zorunluluk –herkese göre değişen- her ne ise?- ortadan kalkınca o figür de yok olacak söyleyeyim...
Siz de arkasından bakakalacaksınız. “Aaa niye her şey güllük gülistanlıktı, ne oldu ki şimdi?Ne olmadı ki mirim?Kafanızı, gömdüğünüz kumdan çıkarabilseydiniz, görecektiniz ne olduğunu. O kabullendikçe, siz rahatladınız. O sustukça, sorun çözüldü sandınız. Dokunsaydınız, bilmeye gönüllü olsaydınız ortaya dökülüp saçılacaklarla uğraşmak zor gelirdi size.
Netekim hiiiçç elleşmediniz. Bıraktınız dağınık kaldı.Susmak kabullenmekti.Kabullenmek vazgeçiş.Bilmediniz.Bilemediniz.Bilmek istemediniz. Üstelik vazgeçisi görmenize, duymanıza rağmen sahiplenip geri dönüşe çeviremediniz.

Üstünüze bile alınmadınız. Bu da sizin seçiminiz.

Vazgeçildiniz.
Tebrik ederiz.
Giden gitti.

Geçmiş olsun.

(yazan bilinmiyor)