Farklı olmanın cezası sabittir!

Oysa ne güzeldir hayattan bihaber öyle yaşayıp gitmek. Farkında değilsindir hiçbirşeyin... ne güzel!

Yatarsın, uyursun hiçbirşey düşünmeden... sananedir senden gerisi?

Yapabilseydim gözlerimi kapatmak isterdim gördüklerime, kulaklarımı tıkamak duyduklarıma... öyle yaşayıp giderdim bende duymadan, görmeden, bilmeden!

24 Aralık 2009 Perşembe

İçelim, akıllanalım...


Bir bufalo sürüsü en yavaş bufalonun hızında hareket eder. Sürü saldırıya uğradığında ilk olarak en arkadaki zayıf ve yavaş olanlar öldürülür. Bu doğal seleksiyon sürünün tümü için yararlıdır, çünkü sürünün genel hızı ve sağlığı bu zayıf üyelerin ölümü sayesinde korunur.

Aynı şekilde insan beyni de en yavaş beyin hücrelerinin hızında çalışır. Bugün bildiğimiz gibi alkolün aşırı tüketimi beyin hücrelerini öldürmektedir. Ancak, doğal olarak, alkol en yavaş ve zayıf beyin hücrelerine saldırmaktadır.
Bu yolla rakının ve/veya şarabın düzenli tüketimi zayıf beyin hücrelerini öldürerek beynin daha hızlı ve etkili bir makine olmasını sağlamaktadır.

İşte bu nedenle bir kaç kadehten sonra her zaman kendinizi daha zeki hissedersiniz.
Öyleyse neymiş? İçelim akıllanalım.

Vay be demek ki hükümet boşuboşuna heryere hızla içki yasağı getirmiyor.

22 Aralık 2009 Salı

Öyleyse bir nankör kedi diyelim mi?

Yazamıyorum. Çok karın ağrım var çoook, sıçamıyorum. Vaktim yok.

Kardeşim evlenmeden önce kavga ederdik. En çokta kıyafet kavgası. Sabah benden önce evden çıkardı. Gizlice dolabımdaki kıyafetleri kaçırırdı. Sanki o gün onları giymek isteyeceğimi biliyormuş gibi, hepte o gün giymeyi düşündüklerimi giyer giderdi. Akşam kavga kıyamet tabi. Şimdi evlendi. Misafir gibi geliyor. Giymek istediği birşey olduğunda ezilebüzüle soruyor. Bu duruma hala alışamadım. Keşke yine sormadan alıp giyse, keşke yine kavga edebilsek. Ama biz 3 senedir hiç kavga etmedik.

Başarı hamile kalmak gibiymiş. Hamile kalınca herkes seni tebrik eder ama hamile kalana kadar kaç kere şeyedildiğini kimse bilmezmiş. Şeyedilip bir de hamile kalamamak var ki o en kötüsü galiba. Benim gibi... Tabi şeyedilmekten zevk alıyorsan sorun yoktur tabi. Uff neyse ben bu cümle üzerine belli ki bin tane tez üreteceğim.

Keşke insanın vücudunda bir düğme olsa. Aklından geçenleri istediğin zaman kaydedebilsen. En olmadık anlarda bir sürü şey geliyor aklıma sonra unutuyorum. Yazmak için fırsat bulduğumda ise hiçbirisini hatırlamıyorum.

Haftasonu Starwars Episode4 izledim sonunda.Bu tip filmleri izlemem gibi bir takıntım vardı. Ama sonunda biraz merak, biraz yarimin baskısı, biraz arkadaş ayıplaması üzerine izledim. Beğendim mi? Evet. Bayıldım mı? Hayır. Ama şu diroid olayını sevdim. Bende istiyorum bir tane R2D2.

"Nietzsche ağladığında" bunu izlemek istiyorum. Bu akşam inşallah izleyeceğim. Görüşlerimi bir ara paylaşırım, umarım.

Şuan işteyim hala. Çok işim var yine ama ben de çalışmak adına en küçük bir istek yok yine. Ama daha fazla suistimal etmeyeceğim. İşime dönüyorum.

Son birşey, blog adresi neden mi sürekli değişiyor? İstediğim adreslerin hiçbirisi boş değil. Ama sonunda buldum. Bir daha değişmeyecek. "Jerzy Kosinski-Boyalı Kuş" Okumadıysanız okuyun. Orjinal basımını bulup okuyunuz. Şiddetle tavsiyemdir. Hatta bende kitabımı bulabilirsem 2. defa okuyacağım.

12 Aralık 2009 Cumartesi

Sus be kadın!!!

Bugünün şarkısı "The_Proclaimers-I'm gonna be" olsun. Özellikle bu soğuk kış günlerinde güne başlamak için harika bir şarkı. Dinlemek için, Sayfaya yüklemek isterdim ama belki bilgisayarınızda müzik dinliyorsunuzdur. Benim yazdığım bir yazıyı okumak istiyorsanız, benim seçtiğim müziği dinlemekte zorundasınız anlayışı bana pekte doğru gelmiyor. Herneyse dinleyin derim.

DTP kapatıldı. Ne diyeceğimi bilemedim. Şimdi olayların ardı arkası kesilmiyor. Madem kapatılacaktı neden açıldı? Neler dönüyor bu ülkede? Benim kişisel fikrim, ayrım yapan herkesle oturulup konuşulmalı. Neden bunu yapıyor öğrenmeli. Doğrusu anlatılmalı. Biliyorum ohoo diyorsunuz. Benim ki bir umut işte. Ölen her insan için canım yanıyor benim. Kürt-Türk, Alevi-Sunni, Sağcı-Solcu, başörtülü-başörtüsüz soktular aklımıza sürekli birşeyler. Kışkırtıp durdular. Bizi birbirimize küstürdüler, düşman ettiler. Kadın-erkek çatışmalarını bile anlayamazken ben daha neler neler çıkarıyorlar. İnsanız ya hepimiz. Birkaç kişinin cebine para girecek diye çok ağır bedeller ödüyoruz. Neyse bu konuda söyleyecek çok şeyim var daha ama yazasım yok şuanda.

Benim anlayamadığım çok konu var. Nedenini merak ettiğim. Bunlardan birtanesi de, feysbuğumuza heran yaptığımız herşeyi yazmak, bıkmadan usanmadan msnimizde herkese açıklamalar yapmak. Tüm bunların karşısında birisi birşey sorduğunda da sanane dememiz. Sorgulanmaktan hoşlanmıyorum dememiz. Ulan sen her an yediğin her haltı tüm dünyaya ilan ederken bugünde ben sormuşum ne olmuş. Hoş merakta bırakmıyorlar ya içimde, ne sorayım. Televizyon izliyoruz, dizi keyfi, yemek yapıyoruz, Taksim' e akıyor, sıkılıyor, hasta, alışveriş yapıyor, tırnaklarını kesiyor. Bir sevişiyoruz yazanı görmedim henüz. Ne olur bunu da yazın. Çok merak ediyoruz. Hangi saat dilimlerinde seviştiğinizi, hangi pozisyonlarda neler yaptığınızı!!!

Arayıp "ne yapıyorsun?", "nasıl gidiyor hayat?" diyemez oldum kimseye. Biliyorum çünkü ne yaptığını? Güzel birşey bir bakımdan. Telefon kullanmıyorum. Beynim pişmiyor. Ama ne olur arayıp ta "bir arayıp sormuyorsun, öldük mü kaldık mı bir merak etmiyorsun hayırsız" gibilerinden sitem etmeyin bana. Merak ettirmiyorsun, aramıyorum çünkü biliyorum sürekli neler yaptığını. Bilmek istemiyorum amaaaa deyince suçlu oluyorsun birde. Çemkiren, huysuz şey oluyorsun. Ahhh ahhh... Ne yapsak ne yapsak bir hamak bulup sallansak...

Ama bu konunun diğer bir boyutu da aynı evde yaşayan insanların birbirine feysbuk üzerinden mesajlar göndermesi. "Kocacım çok tatlısın" veya "Karıcım bu etek sana çok yakışmış" Ulan nasıl bir ilişki bu? Eğer karıcınsa kocacığınsa normal şartlar altında aynı evde yaşıyor olmalısınız. O halde? Neyse mutluysanız böyle ne diyeyim? Pek bir sever olduk herşeyimizi paylaşmayı? Herşeyimizi derken kimsenin işine yaramayan, özel olan herşeyimizi yoksa hala bir lokma ekmeği bile paylaşamaktan aciziz.

Şu sokaklarda kağıt mendil vs. satan çocuklara yardım etmeli miyiz? Ben çok üzülüyorum. Çok ta sevimli oluyorlar. Bende tav olmaya hazır. Duygusallık hat safhada ama doğru mu yapıyorum yanlış mı bilmiyorum. Sizce bu işin doğrusu nedir?

Ne zaman düzelecek bu ülke? Ne? Bunlar iyi günlerimiz mi? Deniz yıldızı hikayesini bilen var mı?

'Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca, bu kişinin sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını fark eder ve 'Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?' diye sorar. Topladıklarını denize atmaya devam eden kişi, 'Yaşamaları için,' yanıtını verince, adam şaşkınlıkla, 'İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkân yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki?' der. Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, 'Bak, onun için çok şey değişti,' karşılığını verir'

İşte böyle! Ben mi kurtaracağım dünyayı dememek lazım. Evet belki dünyayı kurtaramazsın ama bir deniz yıldızını kurtarmakta çok şey değil midir?

Peki deniz feneri hikayesini bileniniz var mı?

Neyse yeter bu kadar. Dilime biber sürecekler :)

Vallahi billahi şart şu eğitim

Küçüklüğümden beri duyarım. Her ensest ilişki karşısında büyükler "töbe töbe biz kızılbaş mıyız" gibi cümleler kurardı. Nedir bu kızılbaşlık? Kızılbaş' ın kelime anlamı taa Uhud Savaşı' na dayanırmış. Hz. Ali Uhud Savaşı' nda kendisini Hz.Muhammed' e siper ettiği sırada başından yaralanmış. O sırada başına bağladığı bez kandan kızıl rengine boyanmış. O günden sonra aleviler ise bunu gurur duydukları bir olay olarak kendilerine kızılbaş demişler. Daha sonraları tarihte birçok kere alevilere karşı yapılmış karalamalar, dışlamaların sonrası bu kızılbaş söylemi de kötü birşeymiş gibi kullanılmaya başlanmış. Neyse dün benimde aklıma geldi merak ettim baktım. Bende sanırdım ki "mum söndü" olayıyla bağlantılı şekilde mum ışığından etkilenerek çıkan bir söylem. Kötü anlamda kullanılır sanırdım. Değilmiş.

Merak merakı getirdi. "Mum söndü olayı nedir?" diye sordum sevgili gogula.  Mum söndü olayını, alevi halkının akşamları bir eve toplanıp mumlar yakıp sonra bu mumları söndürüp birbirleriyle birlikte olduğu şeklinde bilirdim. Bilirdim de inanmazdım. Velhasıl haklıymışım. 16. yy' dan Cumhuriyet'in kuruluşuna kadar Osmanlılar alevileri tehdit olarak görmüş, ibadetlerini din dışı saymış ve alevi halkın ibadetlerini serbestçe yapmaları yasakmış. Jandarma, alevi olmayan halk baskı kurar türlü eziyetler yaparmış. Şu tarihimizde ki olayları okurken içim sızlıyor. Cehalet ne zor, ne kötü şeydir. Herneyse, bu yasaklar nedeniyle alevi halk rehber, pir, mürşid olarak isimlendirdikleri dini alimlerinin köylerine geldiği zamanlarda bir evde toplanırmış. Bu kişi önderliğinde ibadet ederlermiş. Jandarma' nın geldiği haber alındığında ise mumlar söndürülürmüş. Sonraları bu farkedilmiş ve kimdir bilemem ama birileri ortaya bana da anlatılan dedikoduyu yaymış. İnanılır gibi değil değil mi?

İyi şeyler unutulurken, kötü bir haber taa bize kadar ulaşabiliyor.

Dün akşam işyerinde asansörde 2 kişi tartışıyordu. "Hayvan terli" ne demek? Ben duymamıştım bu deyimi. Birisi, "hayvan terli demek, yürümez gitmez demek" diyordu. Diğeri ise, "hayvan terli demek tecrübeli, yemez anlamında kullanılır" diyordu. Sonunda iddaaya girdiler. Ben asansörden indim. Ama merak ettim. İddaayı kim kazanacak? Baktım ki, ikinci anlamda kullanılırmış. Tecrübeli demekmiş.

"Bizde ki kısmet, kız İsmet" diye bir deyim duydum Gökhan' dan çok sevdim. Nereden geldiğini bulursam yazarım. Bilen varsa bana yazsın.

Bugün Cuma... Ne güzel birgündür şu Cuma! Yapacak bir sürü şey var. Kendine ayırabileceğin zamanın var. Uyuyabileceğin zamanın var. Özgürlük var. Yarın akşam şöyle yarimle başbaşa bir rakı faslına gidesim var. 2 kadeh, bir kaç tabak meze yanında keyifli bir sohbet... Bitti mi bütün haftanın yorgunluğu? Bitmez mi :) Alkol aldıktan sonra özellikle şaraptan sonra uyumadan önce veya gece boyunca 1-1,5 litre su içmek lazımmış. Alkolun içindeki bir madde vücuttaki suyu emiyormuş. Özellikle maden suyu tavsiyemdir. Alkolle kaybedilen minarelleri yerine getirmeye yardımcıdır kendisi. Bu nedenle ertesi gün sendromunu yaşamıyorsunuz. Bizzat tarafımca denenmiştir. Ayran-soda ikilisi de buradan geliyor. Sanırım ayranda mideye yardım ediyor. Sabah kalkıp, yemek yemek istemeyince aç karnına sodayı kafamıza dikmeyelim diye.

Hazır Taksim' e kadar gitmişken akşam üstü orada bulunup bir de sahaflar pasajını gezmeden olmaz değil mi? Bakalım neler var neler yok? Beyoğlu, Taksim sevenler Ahmet Ümit' in Beyoğlu Rapsodisi adında bir kitabı var. Okuyun. Okumadan önce birkaç not kağıdı olsun kitabın yanında. Beyoğlu' nda ki her sokağın, her pasajın tarihi anlatılıyor neredeyse. Not alın derim yoksa benim gibi kitabı tekrar okumak zorunda kalabilirsiniz :) Sonra gidin bir gezin Beyoğlu' nu. Bir de öyle bakın derim. Aman ben tarih okurken bayılırım diyenler var ise, Ahmet Ümit kitaplarını bilenler bilir. Polisiye roman yazar yazarımız. Araya da olayların geçtiği yerlerin bilgilerini serpiştirir. Bir solukta okursunuz. Bu arada kitap tavsiyesi olan varsa yazabilir mi?

Haftasonunun tadını çıkarın. Çalışanlar varsa teselli edecek birşeyler yazabilmeyi isterdim ama haklısınız iğrenç birşey. İşini severek, çalışmak ibadettir diyenler varsa ne mutlu size. Çok kıskanıyorum sizleri bilesiniz.

Şimdilik bana müsade... Laf lafı açıyor ama benim gözler yorgunluktan daha fazla açık kalamıyor.

İyigeceler gece ;)

10 Aralık 2009 Perşembe

Ammaaann beeaaa!!!

Klasik müzik dinleyin.
Hiçbirşey düşünmek istemediğinizde, beyninizi boşaltmak istediğinizde, ruhunuzu arındırmak istediğinizde, üzüldüğünüzde, sevindiğinizde klasik müzik dinleyin. Yapabiliyorsanız gözlerinizi kapatın (ortam uygunsa zira herzaman heryerde gözünüzü kapatmayın), ruhunuzu notalara bırakın, hayal kurun, güzel yerler güzel şeyler düşünün. Ben Roma' yı, Venedik' i hayal ederim mesela ama günümüzdeki hallerini değil taa eski zamanları. Görmek istediğim tek yer... ama korkmuyor da değilim. Hani gidince ya hayallerimde ki gibi değilse, ya yıkılırsam, falan fıstık işte herneyse konumuza döneyim.
Klasik müzik dinleyin.
İnternette bir sürü radyo kanalı var ancak müzik çalarınızdan, telefonunuzdan dinlemek isterseniz malesef alternatifiniz azalıyor. Benim bildiklerim 88.20 TRT3 radyo.

İş hayatı en büyük okul. Sürekli birşeyler öğreniyorsunuz. Sürekli yenileniyorsunuz. Sürekli zorlanıyorsunuz daha iyisini yapmak için. Zor bir okul. Bu okula girmesi de zor, bu okulda kalmasıda. Değişik kuralları var. Çıkarlar var işin içinde, insanın içinde ki bencillik var. İki seçeneğiniz var ya, bu okuldan mümkün olan en büyük faydayı sağlarsınız kendinize ya da sürekli yakınır bir süre sonra yokolursunuz. Sürekli okul değiştirmeyin. Adaptasyonunuzu bozar. Sonuçta hangi okula giderseniz gidin müfredat üç aşağı beş yukarı aynı.

İnsanların eş seçiminde diğer yarılarını arıyorum söylemi, Platon' un "Şölen" isimli yapıtında Aristoples' in bir konuşmasında bahsettiği "Androgynus" isimli 4 kollu 4 ayaklı 2 başlı yaratılmış bir insan türü olan varlık varmış. Efsaneye göre bu Androgynus Zeus' u kızdırmış ve Zeus' ta onu cezalandırmak için ortadan ikiye bölmüş. İşte insan o gün bugündür diğer yarısını ararmış. Ben bulduğumu düşünüyorum. Ne güzel :)

Goethe' nin "Genç Werther' in Acıları" isimli aşk üzerine yazdığı bir romanı varmış. Okuduğum bir kitapta Almanlardan beklenmeyen romantiklik üzerine kitapta ki Alman karakterden gelen cevaptan öğrendim bunu.

Zor günler geçiriyorum bugünlerde. İşimle ilgili ciddi sorunlarım var. Çalıştığım insanlara güvenmiyorum. Üstelik neredeyse hiçbirisine... Tüm bunlara rağmen iyiyim. Dua ediyorum. Dua etmenin inanılmaz bir gücü var. Deneyin. İnancınız ne olursa olsun, inançsız bile olsanız dua edin veya kendinizle konuşun, hayalinizde bir karakter yaratın onunla konuşun. İç sesinizle konuşmak görmediğiniz bir çok şeyi görmenizi sağlayacaktır.