Farklı olmanın cezası sabittir!

Oysa ne güzeldir hayattan bihaber öyle yaşayıp gitmek. Farkında değilsindir hiçbirşeyin... ne güzel!

Yatarsın, uyursun hiçbirşey düşünmeden... sananedir senden gerisi?

Yapabilseydim gözlerimi kapatmak isterdim gördüklerime, kulaklarımı tıkamak duyduklarıma... öyle yaşayıp giderdim bende duymadan, görmeden, bilmeden!

21 Kasım 2008 Cuma

BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM

Son günlerde ülkemde olanları şaşkınlıkla izliyorum. Aslında şaşkınlığım artık geçmeye başladı. İlk zamanlarda "yok canım", "olur mu", "bu kadarda değil" gibi tepkilerimin yerini yavaş yavaş umutsuzca "normaldir", "bunlar iyi günlerimiz, daha neler göreceğiz kim bilir", "e belliydi zaten" gibi sözler almaya başladı. Olabilecek her başlık altında yolsuzluklar yapılıyor. Gözümüzün içine bakarak paramız cebimizden yasalarla çalınıyor. Hikayeler uyduruluyor, insanların hayatları ellerinden alınıyor, inanmamız desteklememiz bekleniyor, inanmıyor ve desteklemiyorsak sesimizi çıkarmamamız isteniyor. Zira zorla sağlanıyor. Ülkemin bir tarafında anlayamadığımız bir şekilde kardeş kardeşe düşman ediliyor, yolda sokakta bombalar patlıyor. Bir ananın evladı, bir tazecik gelinin kocası, yeni doğmuş sebi sübyanın hiç hatırlayamayacağı babası, çeyizini dokuyan bir genç kızın nişanlısı ölüyor. Biri armalı, biri armasız ama ikiside bu vatanın evladı birbirini öldürüyor. Üstelik bireysel hiçbir meselesi, şahsi hiçbir sebebi yokken, hiç tanımadığı kişilerin çıkarları uğruna kurulmuş oyunun piyonları olarak ölüyor, öldürüyor. Diyorum ya kardeşi kardeşe sebep dahi bildirmeden düşman ettiler. Adını da Kürt-Türk sorunu koydular. Oysa ki ne oradaki Kürt' ün ne de Türk' ün bir arada büyürken bunlardan haberi vardı. Birlikte oyunlar kurulur, birlikte oynanırdı. Biz büyüdük ve kirlendi dünya...

Önce bizi kirlettiler, içimize korku koydular, kin nefret verdiler birer tane de silah belimize... Ermeni, yahudi, kürt, sunni, hıristiyan diye ayır insanları dediler. Ancak bilmezlermi insanlar derken unuturlarmı hepimiz sadece insanız. Hepimizin yatacağı yer bu dünyanın toprağı. Hepsi yetmiyor gibi, kılık kıyafete göz dikildi. Din adı altında, kadınlarımız birbirimize düşman edildi. Oysa ki ne onun başörtüsü Cumhuriyet' imizi alır elimizden, ne de benim mayom onun dinini. Küçükken anneannemin öğrettiği birşey vardı. Namaz kılacaksan, bir kenara çekil ibadetini yap kızım derdi. Allah' la kulun arasına bu denli girecek cesareti kim kendinde nasıl görüyorki? Haklarımızımı savunuyorlar? Bu masalları hepimiz dinleyerek büyüdük, artık çocuk muamelesi yapmayın bu millete! Elinizdeki şekerle susturamazsınız. Duyar gibiyim. Bunada verecek cevabınız var. Şekerini alda git yoksa elindekinden de olursun.
Artık şaşırmıyorum, içim acıyor içim eziliyor. Bir baba çocuğunun bayramlığı için sakladığı son parasını bilmem neye gelen zama karşın, devlete bitmeyen borcunu ödeyebilmek için harcıyor. Karşılığında ufacık çocuğundan anlayış bekliyor. "Paramız yok be oğlum ama söz veriyorum bir daha ki bayrama en güzelini alacağız o ayakkabıların" diyor, yalan söylüyor. Bilmem kimin karısı kanyonda bir mağazayı kapatabilsin diye 5 yaşındaki Ali vitrinde gördüğü o ayakkabıları giyebilmek için bir daha ki bayramı beklemek zorunda. Aslında düşünüyorum da bayramlık baya iyimser bir örnek oldu. Bayramlık almak gibi adetlerimizden vazgeçeli çok olmadı mı? Bayramların tadının olduğu seneler çok uzun yıllar öncesindeydi değil mi? Çocuğunun okul önlüğünü almak için bile aylar öncesinde ince hesaplar yapmak zorunda değil mi? Vatandaş dişini sıksın biraz, tasarrufa gidilmeli deniyor. Daha neyden tasarruf etmemiz bekleniyor? Mangalda ya da pilavın yanında 1 kilo et yiyebilmek bir çok aile için kutlama yemeğine dönmedi mi? 1 ytl otobüs parasını hesaplayıp yağmur, soğuk ya da güneş deyip yürümüyoruz mu? -buna da şükrediyoruz, sağlığımız yerinde en azından diye- Mağazalar sadece haftasonları değişiklik olsun amaçlı vitrinine baktığımız eğlencemiz olmadı mı? Bırakın istediğinin bir kısmını alıp yiyebilmeyi, giyebilmeyi biz sadece yaşamaya çalışıyoruz. Kendi kendimizin eğlencesi olduk. Ağlanacak halimize güler olduk, bunlarla eğlenir olduk. Daha neyden tasarruf etmemiz bekleniyor? Yaşamayın deniyor kısaca bizlere... Öldürün deniyor kısaca bizlere... Birbirinizin özgürlüğünü elinden alın, bu vatan uğruna ölen atalarınızı yok sayın, ülkenizi satın, sesinizi çıkarmayın deniyor bizlere...

Peki biz söylenenleri mi yapacağız? Köşe başlarında kendi kendimize fısırfısır konuşarak ne olacak halimiz deyip, korkuyla mı yaşayacağız? Ben artık korkmak istemiyorum, ne yapılır onu da bilmiyorum. Ben Ata' mı çok özledim. Doğudaki kardeşlerimizi düşündüğümde, batıdaki yetim kalan çocukları düşündüğümde, açlıktan borçtan intihar edenleri düşündükçe, uyuyamadığım gecelerde, yorganı başıma çekip, O' nu düşünüyorum. İşte o gecelerden birinde düşünürken uyuya kalmışım. Gördüm rüyamda, şöyle diyordu:
Ey Türk gençliği ! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 20 Ekim 1927 Esra

14 Kasım 2008 Cuma

Hayatınız tercihlerinizdir

Bunalmışım...
Ne yapabilirim diye düşünüyorum günün bu saatinde? İşteyim üstelik. Nereye gidebilirim diye bakınıyorum etrafıma. Çevremdeki insanlara söylediğim bir sözüm geliyor aklıma "İnsan imkansızlıklar içinde imkan yaratabilmeli" Bunu yapabilen insan akıllı insandır. Akıllı insan kendini önemser, kendini sever, kendini korur. Öyleyse imkansızlıklar beni sınırlamamalı... Mevcut şartlarda kendime nefes alabilecek şansı tanımalı, bunu nasıl yapabileceğimi bulmalıyım dedim.

Önce bir fincan kahve alıp, sigara yakayım... beynimde bir düşünce belirdi hemen, kaçma! Bu birşeyi değiştirmeyecekti. İnsan efkarlandıkça, bunaldıkça rahatlamak için yakar bir sigara. Öyleyse, bu düşünce içinde içtiğim sigara bana içten içe rahatlamaktan daha çok senin çok derdin mesajını verecekti. Üstelik derin nefes alıp veremeyecektim. Ama benim nefes almaya ihtiyacım var. Önce lavaboya gittim. Aynanın karşısında kendime baktım uzun uzun. İnsan başkasına yada sevdiği birşeye baktığı gibi kendine de bakmalı. Sabah yüzünüzü yıkarken baktığınız türden bir bakıştan bahsetmiyorum. Hani sevgilisini izler gibi. Bilmem farkındamısınız ama insan kendini özler. Ama kendisiyle olacak vakti tanımaz hiç kendine. Hep kendinden önce yapacak daha önemli işleri vardır. Sonra kendisi ile arasında bir uzaklık başlar. Bu uzaklık zamanla uçuruma dönüşür. Zamanla tanıdığını, bildiğini sandığı kendisini tanıyamaz hale gelir, anlayamaz. Hepimizin başına gelmiştir, bilirsiniz. "İçimde bir sıkıntı var ama nedenini bilmiyorum" Bilemezsin, anlayamayız çünkü kendimizi dinlemiyoruz. Göz görür, ruh bakar bilir misiniz? Görmek ile bakmak işte bunun için aynı şey değildir. Kendinize hiç severek bakmayı denediniz mi? Ben baktığımda aynaya "Ne güzel bir yüzün var" dedim önce kendime. Sonra sağlıklı oluşum geldi aklıma. Teşekkür ettim yaradana, görebildiğim için, düşünebildiğim için, ayakta durabildiğim için.

İnsan yaşamak istediğini yaşar. Evet demek istediğim tam olarak bu. Başımıza gelenlerden genelde kendimiz sorumluyuz. Hayat bizim anladığımız şekilde adil değil ama bu adil olmadığı anlamına gelmiyor. Kimimiz lüks apartman dairelerinde dünyaya gelirken, kimimiz sokağa terkediliyor. Bu açıdan bakarsanız adil değil. Ben bu bakış açısına "at gözlüğü ile dolaşarak bakmak" diyorum. Gözlüklerinizi çıkarın. Görünmeyeni görmeye çalışın. Evet ne diyordum. 2 çocuktan bahsediyordum. Eminim ki, birinde diğerinde olmayan, diğerinde öbürünün ihtiyacı olan birçok şey vardır. Bu da yine bakış açımızla alakalı. Burada akla gelen ilk şey önce maddi varlıklar. Birisi istediği gibi yaşıyor, diğeri zor şartlarda. Çocukken bunu farkedebilmek ve imkansızlıkları, zorlukları avantaja çevirmek zor birşey kabul ediyorum. Ama hayat herkese doğru zamanda zorlukları güzelliklere çevirecek şansı mutlaka verir. Kullanıp, kullanmamak bize kalmıştır. Sokakta büyüyen çocuk, diğerinden çok daha fazla şey öğrenir. Eğer bakmak isterse. Neticede akıl olarak birbirlerinden eksik yada fazlalıkları yoktur. "Çok iyimsersin" dediğinizi duyar gibiyim. Hiçbirzaman çok kolay, şaşalı, annesinin biricik güzel kızı olarak büyüdüğüm bir hayatım olmadı. Bende herkes kadar sağlam tokatlar yedim hayattan, düştüm ama kalkmayı bildim. Bunlar hep olacaktı, kabul ettim. Öyleyse herzaman 2 seçeneğim vardır. Hayatınız tercihlerinizdir ve hiçbirşey tesadüf değildir. Ya düştüğüm için acıyor diyerek bir köşede sürekli mızırdanır, ağlayabilir ve tekrar düşebilirdim ya da ayağa kalkar, neden düştüğümü anlamaya çalışır ve bir dahaki sefer için tedbirlerimi alırdım. Ben hep ayağa kalkmayı tercih ettim.

Kendime aynada bakarken kendimle bir defa daha gurur duydum. Önemimi hatırladım. İnsanları bir defa daha affettim. Hayata göz kırptım. Dimdik durarak masama geri döndüm.

Kendimizi ve birbirimizi bağışlayabilmemiz dileğiyle...

24 Ağustos 2008 Pazar

Kurtlar Sofrasındaki şaşkınlığım

Herkes kadar hayatı anlamaya kafa yormuşluğum vardır benimde... Herzaman farklı yorumlarımda olmuyor değil hani. Bazen "yaşamak ne güzel şey be" iken, bazen "ne kadar zorsun hayat be" der her insan... Ama belki günler geçtikçe, yaş ilerledikçe, belkide hayat kendini daha karışık hale getirirken açıklarda verdikçe... Zamanla anlıyorsun birşeyleri... Kimisi hiç hoşuna gitmiyor. Anladıklarını uygulayabilmek adına kendinle çelişiyorsun, hayallerinden vazgeçmen gerekiyor bazen daha da kötüsü o güne kadar herşeyin pahasına koruduğun değerlerini feda etmen gerekiyor. Kafam karışık hangisi daha doğru? Yanlışı burada mı yapıyorum? Hayatla inatlaşmamakmı gerek? Ya da herşeye rağmen hayata kafa tutmak mı? Aslında hayat demek yanlış ya... Benim derdim insanlarla

Oyunu kurallarına göre oynayacaksın. Çok akıllı olacaksın. Hani herkes duymuştur "kurtlar sofrası" denir ya... hayatta kalmak istiyorsan ve kendini yitirmek istemiyorsan kurallarına göre oynayacaksın. (Biliyorum yazdıklarım pek içaçıcı değil... Her yazımda melankolik bir hava var... Bu da benim bir eksiğim galiba iyi şeyleri yazamıyorum. Ne zaman kafam karışsa, ne zaman yalnız kalsam o zaman geliyor içimden yazmak ve her yazdığım böyle darmadağınık kalıyor, neyse anlayana... Kimsenin anlaması için yazmıyorum zaten)

Okuduğum son kitapta hayatın kurallarından bahsediyordu. Hayatta herşey bir dersmiş. Aynı okulda olduğu gibi, müfredat belirleniyor dersler açıklanıyor geçemezsen aynı dersi tekrar okuyorsun, ta ki o dersi geçene kadar. Düşünüyorumda veremediğim ne çok ders var. Kimisinin nedeni benden inançlarımdab vazgeçmediğimden, kimisinin nedeni korkaklığım, cesaretsizliğimden kimisi ondan kimisi bundan. Bahanemi istiyorsun çoookk. Çoktur insanoğlunda! Herşeye verecek cevabı vardır. İnanmadığı şeyleri savunmak dahi olsa gereği cevap vermek uğruna susmaz. Bilsede bildiğini hala bilmiyormuşsun derecesinde savunur kendini. Galiba hep yarı uyku halinde geziyoruz, yada azcık kör olmayı ve etmeyi seviyoruz. Herneyse dersler diyordum... Herbirini baştan baştan alıp okumam gerekiyor bazen. Ama biliyorum birgün geçeceğim hepsinden. Aslında artık birgün demekten vazgeçiyorum bugün... O birgün bugün! Kabul ediyorum ve oyunu kurallarına göre oynayacağıma dair kendime ve hayata söz veriyorum.

30 Temmuz 2008 Çarşamba

der sevgili Özer Bal...

sana yüklediğim anlamları senmişsin gibi düşünme
aldanırsın...
sen o anlamlarla sadece bende varsın
ben seviyorsam sen bahanesin...

bir Ahmet Ümit şiiri...

Senden her ayrıldığımda
çılgınca dalgalanan bir insan denizinde
annesini yitiren bir çocuğun
ürkek hüznü çöker yüzüme.
seninle her karşılaştığımda
sabah kırağısıyla yıkanan çiçeklerin
cemresi vurur gözlerime.
seni tam bulduğum anda yitirmenin korkusu
tam yitirdiğim anda bulmanın sevinci,
seni treni kalkan bir yolcunu telaşı,
seni ilk öyküsünü bitiren genç bir yazarın hevesi
seni kayaları parçalayarak akan bir ırmağın deliliği,
seni güneşin tembel bakışları altında
uzanan başakların dinginliği,
seni bayramlık için para biriktiren
küçük bir çırağın sabırsızlığı,
seni bilmem hangi zalim kurşunun
kırdığı kanadına söz geçiremeyen
göçmen kuşun çaresizliği,
seni zorlu yıllardan sonra karşılaşan
kavga arkadaşlarının neşesiyle,
batarak kirpiklerime kadar gümüşten denizlere
vur emriyle aranan bir kaçakmışsın gibi
taşırım can evimin en saklı yerinde...