Farklı olmanın cezası sabittir!

Oysa ne güzeldir hayattan bihaber öyle yaşayıp gitmek. Farkında değilsindir hiçbirşeyin... ne güzel!

Yatarsın, uyursun hiçbirşey düşünmeden... sananedir senden gerisi?

Yapabilseydim gözlerimi kapatmak isterdim gördüklerime, kulaklarımı tıkamak duyduklarıma... öyle yaşayıp giderdim bende duymadan, görmeden, bilmeden!

26 Ocak 2010 Salı

hoşşşt çakal!

Tanımlardan kurtulabilsek, kendimizi herşeye bir isim koymak, tanımlamak zorunda hissetmesek birçok baskıyı geride bırakabilecek, daha özgür olabilirdik sanırım. Doğru veya yanlış, güzel ya da çirkin, iyi veya kötü... daha niceleri. Düşünün birkaç dakika, yeni birisiyle tanıştığınızı. Birkaç dakika içinde beyniniz bu tanımlardan doğru bulduğunu onunla bağdaştırmaya çalışıyor. (Genelleme yapıyorum, en azından ben ne kadar bu özelliğimden nefret etsemde böyleyim çoğu zaman kurtulmaya çalışıyorum) Ama doğru olduğu kadar yanlışta olabilir üstelik benim açımdan bakıldığında doğru görünen aynı olay başka birisi açısından yanlışlar silsilesi olabilir. Nerden çıktı şimdi bu kişisel gelişim semineri tadında saçmalamalar?

4 kitap birden okuyordum son günlerde... Sonunda ikisini bitirdim. Bir kitaba başladığımda, kitabı okumadığım zamanlarda kitaptaki karakterlerin yaşadığını ve şuan ne yapıyordur gibi düşüncelere dalıyorum. Aslı, şuan iştedir. Muhsin, yeni uyanmıştır Ankara sokaklarında boşboş yürüyordur. Esra kazının basın toplantısına hazırlanıyordur. Diana, evindedir... vs.vs.

Serdar Özkan - Kayıp Gül.
Diana ve annesi oldukça iyi imkanlarda yaşıyorlar. Diana küçüklüğünden beri pahalı elbiseler giymiş, markalarla yaşamış, her yaptığı arkadaşları tarafından günlerce konuşulmuş bir kız. Birgün annesiyle alışverişe çıkıyorlar. 1500$' a bir gömlek beğeniyor ve annesine almak için dil dökmeye başlıyor. Annesi ise Diana' ya Paris' te açılan bir müzayeden bahsetmeye başlıyor.
-Biliyor musun Di, Paris' te açılan bir müzayede de Descartes' ın yeleği 125.000$' a alıcı bulmuş.
-Eee... fiyat gayet makul annecim, sonuçta o yeleği Descartes giymiş.
-Doğru, Descartes gibi insanlar giydikleri kumaş parçalarına değer kazandırıyorlar bir de tam tersini düşünsene!

Çatttt!!! İşte böyle bir kitap. Sizi sürekli tokatlıyor. Kitabı bitirdiğinizde içinizde bir yerlerinizin ağrıdığını hissediyorsunuz. Görmezden geldiğiniz, bantlayıp kapattığınız yaralarınızın üstündeki bantları kaldırıyor yazar ve hala orada bir yara olduğunu gösteriyor. Sonuçta kendinizle yüzleşmek zorunda bırakılıyorsunuz.

Yaralarımızın nedeni biz miyiz, başkaları mı, düzen mi nedir? Ya da önemi var mı? Ne olacak böyle bilmiyorum. Düşündükçe geliyorlar bana... Yaralııı tepeden tırnağa her insan yaralııı :) Böyle bir şarkı vardı sanırım.

Hande Altaylı - Aşka Şeytan Karışır
Kitapta en çok sevdiğim, kişilerin  kişiliklerinin sade, gerçekçi ve etkileyici bir şekilde anlatılmış olmasıydı. Otobüs, servis veya tuvalet kitabı... Sakın yanlış anlaşılmasın. Bu kötü birşey demek değil. Benim kitaplarımın böyle statüleri vardır. Ders kitabı gibi olanlar evde okunur. Mümkünse akşam saatlerinde, televizyon kapatılır, gözlükler takılır ve ciddiyetle okunur. Kimisi çanta kitabıdır. Otobüste, serviste boş olan heran da çıkarılır ve okunur. Öyle merak edersiniz ve öyle etkilenmişsinizdir ki etrafta olup biteni görmez, duymaz, kaldığınız yerden devam edersiniz. Bazıları ise tuvalet kitabıdır. 1 kaka süresine sığacak öyküler vardır. Eğlenirsiniz, sıkılmazsınız ve saçmasapan bir şekilde vakit geçirmek yerine birşeyler okumuş olursunuz. Kalıcı da olur tuvalette okunanlar. En azından benim için öyle oluyor. Bu kitapta okuduğum ve çok hoşuma giden bir söz; HOŞT ÇAKAL :)

İşimden nefret ettiğimi söylemiştim değil mi? Sanırım yine yaklaşan bir bunalımın eşiğindeyim. Düşünüyorum neden bu kadar kafakarışıklığım var. Neden bu kadar çocukça inanışlarım, çaresizliklerim var? Benim yalnız kalmam lazım. Tüm bağımlılıklarımdan kurtulup uzaklaşmam lazım herşeyden. Gitmem lazım. İşi, aileyi, sevgiliyi, eşyalarını neyim varsa bırakıp gitmem lazım. Biraz sürünmem lazım, kendi başıma ayaklarımın üstünde kalmayı öğrenmem lazım. Çok sıkıldım artık çalışmaktan ve sürekli önüme koyulanı yemekten. 19 yaşından beri lacivert takımlı, kravatlı salaklarla çalışıyorum. Evet bankacıları sevmiyorum. Ama daha çok mühendisleri sevmiyorum. Bugünlerde yeni bir huy edindim. İnsanları mesleklerine göre seviyorum ya da sevmiyorum. Mesela mühendisleri hiç sevmiyorum. Sanırım birkaç tane dost var sevilesi mühendis. İstisnalar herzaman vardır canım. Neden sevmiyorum? Çünkü mühendisler. Hayatlarında yaptıkları tek şey mühendis olmak olmuş ve bu övüntüyle o kel kafalarını, yağlı göbeklerini, koca kıçlarını nereye koyacaklarını şaşırıyorlar. Hayat görüşleri ise ye, iç, sıç, oku adam ol. Evet oku ama herşeyi oku. Hayatı oku. Empati yoksunları. Mühendis olmamanızı ümit ederek yazıyorum tüm bunları. Çünkü cevap vermek bile istemiyorum. Ben böyle düşünüyorum. Saygı duymak zorunda değilsin eğer bir mühendissen! Bazılarınız da amma komplex yapmış hatun diyebilir. Keşke enerjim olsada uzun uzun bunun bir komplex olmadığını ve gerekçelerini anlatabilsem!

Ben mi neyim? Hiçbirşey değilim. İnsanım. Dünyadan, sıradan, herhangi bir insan... Mesleğim mi ne? Daha benim sahiplenmediğim, istemediğim bir meslek ya da ünvan için (hergün lanet ederek geldiğim bir iş için) benim mesleğim demem hiç doğru olacağını düşünmüyorum.

Bırak git öyleyse aa deli misin be kadın? İşte o dötte henüz bende yok sanırım.

0 yorum: