"Herşeyin daha iyi anlatabileceği bir yol vardır...
NewYork' ta, Brooklyn Köprüsü üzerinde dilenen kör bir dilenci bir gün, bir şairin dikkatini çeker. Dilenenin boynunda asılı bir tabela vardır. Şair, dilenciye günlük kazancının ne kadar olduğunu sorar. Dilenci de, sekiz dolar kadar olduğunu söyler. Bunun üzerine şair, dilencinin boynuna asılı tabelayı ters çevirerek birşeyler yazar; "Şimdi buraya senin kazancını artıracak birşeyler karaladım. Bir hafta sonra yanına geldiğimde bana sonucu söylersin" der ve oradan ayrılır.
Şair, bir hafta sonra dilencinin yanına uğrayıp kendini tanıtınca dilenci; "Bayım size ne kadar teşekkür etsem azdır. Bir haftada kazancım ikiye katlandı. Çok merak ediyorum, tabelaya ne yazdınız?"
Bunun üzerine şair gülümser ve; "Tabelada 'Doğuştan körüm, yardım edin' yazıyordu. Bense 'Bahar gelecek ama ben yine göremeyeceğim' yazdım" der.
Böyle işte... Yalnız benim bu yazıdan çıkardığım herşeyin daha iyi anlatabileceği bir yol vardır değilde, insanların bam teline dokunmanın ne kadar etkili ve kolay olduğu gibi birşey oldu.
Türk kahvesini çok severim. Hergün kahvaltıdan sonra mutlaka içeceğim. Kahvaltıdan sonra içemediysem günün ilerleyen saatlerinde mutlaka... Merak ettim nerden gelmiş bu kahve alışkanlığı bize? Telvesi ile ikram edilen tek kahve türüymüş.
Kahvenin kökeni araştırmacılar tarafından 14. yy başlarında Güney Habeşistan'dan tüm dünyaya yayıldığı şeklindeymiş. Oradan Yemen' e geçmiş. Oradan da tüm dünyaya yayılmış.Kahvenin Osmanlı İmparatorluğu'na gelişi konusunda iki hikaye varmış. Birincisine göre, 1554 yılında Suriyeli iki girişimci tarafından (Halepli Hukm ile Şamlı Şems) İstanbul'a getirilmiş.
Diğer hikayeye göre ise 1517 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın Yemen Valisi olan Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul'a getirmiş. Yemen Valisi Özdemir Paşa, böylelikle Yemen'den getirdiği kahveyi saraya taşıyor. Türk kahvesini, sarayın görkemli salonlarında, 40 kişilik kadrolu kahveci ustaları tarafından özenle Sultan'a servis ediliyor. Harem'de cariyelere doğru kahve pişirme dersleri başlıyor.
Derken, ilk olarak Tahtakale'de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanışmış. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurur.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlanmış. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram edilir olmuş. Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk kahvesi adını almış.
Daha bir sürü şey vardı aklımda yazacağım. Konsantrasyonum yok. Zira televizyon karşısında aç karnına yazı yazılmıyormuş. Bu nedenle burada bitireyim.
Son birşey, şaşılacak derecede iyi hissediyorum kendimi. İyi hissetmek için herşeyi yapıyorum. Bugün tüm gün ders çalıştım mesela. Sırf kendime verdiğim sözleri tutabildiğimi gösterebilmek için. Zaman zaman gelmiyorlar değiller ama en azından nefes alabiliyorum.
Sii yuuu canlar